Tıp sembolü Günümüzde, Dünya sağlık örgütü başta olmak üzere birçok ülkede ya birbirine sarılmış iki yılan ya da çoğunlukla bir asa etrafına sarılmış bir ya da iki yılan formunda ortaya çıkar.
Bazı sağlık kurumları tarafından kullanılan tıp sembollerinde zaman zaman farklılıklar görülse de temel öğe yılandır. Sembolün renkleri bir kurala bağlı değildir. Bazı sembollerde kanatlar veya gümüş tas da bulunabilir.
Ülkemizde resmi olarak ilk kullanılması, 1836 yılındadır. Sultan II. Mahmud Mekteb-i Tıbbiye talebelerinin, yakalarına yılanlı asa (Caduceum) işlenmiş elbiseler giymesi hakkında ferman çıkarmıştır.
Türkiye’de Prof. Dr. Süheyl Ünver (Türk tıp tarihinin kurucusu), hekimlik simgesi olarak Çankırı Darüşşifasındaki bir taş üzerinde bulunan birbirine sarılmış iki yılan sembolünü önermiştir. Bu sembol 1937 yılından beridir ülkemizde “hekimlik simgesi” olarak kabul edilmiştir.

Çankırı darüşşifası
Yılan sembolü dünyanın hemen her yerindeki birçok kültürde vardır. Çoğunlukla da ölüm, yaşam, sağaltma ve ölümsüzlük kavramları ile ilişkilendirilmiş olarak karşımıza çıkar. Yılanı ifade etmek için lung, luu, ejder, ejderha, nek, mar, soğulcan, evran (evren), dragon, griffon gibi pek çok isim kullanılmaktadır.
Sembolün ikinci önemli öğesi asadır. Yunan mitolojisindekindeki Asklepios’un asasından geldiği kabul edilir. Aynı zamanda yine birçok kültürde bulunan “Hayat Ağacı”nın bir modifikasyonu olduğu düşünülmektedir.

(1901 de Amerikan ordu sağlık bölümünün arması olarak kabul edilen caduceusun Hermes’in kanatlı ve yılanlı asasından geldiği kabul edilir.)
ASKLEPİOS:

Berlindeki Pergamon müzesindeki Asklepios heykeli
Asklepios hem Yunan hem de roma mitolojisinde hekimlik tanrısı olarak kabul edilir. Atribüsü yılan sarılmış bir asadır. Bu yılan “Elaphe longissima” (Eskulap Yılanı)’dır. Asklepios asasını yanından hiç ayırmaz, gittiği
her yere onu da götürür, yorulduğu zaman da ondan destek alır. Horoz ise ona kurban edilen hayvandır.
Coronis Teselya kralı Phlegyas’ın kızıdır. Apollon Coronis’e aşık olur,ve onu hamile bırakır. Ancak Coronis bir süre sonra başka bir adamla daha sevişir. Bir karga bu olayı izler ve Apollona bildirir. Apollon çok
sinirlenerek Coronis’i korkunç bir cezaya çarptırır. Coronis bir odun yığını üzerinde diri diri yakılacaktır.
Kadın ölmek üzereyken Apollon bebeğe acır ve Coronisin karnınını yararak çocuğu kurtarır. (Bu arada ateş öyle büyüktür ki, o güne kadar tüyleri bembeyaz olan karganın tüyleri yanan ateşin isinden dolayı o günden beri kapkara olur.) Apollon çocuğu yetiştirmesi için at adam (Ketaur) Kherion’a verir. Kheiron bütün kentaurlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Doğa sağlığın kaynağıdır ve
Kheiron çocuğa şifalı otları, suları açık hava ve güneşten yararlanma yollarını öğretir. Asklepios iyi bir hekim olarak yetişir. Daima elinde asasıyla dolaşıp yorulmadan hastadan hastaya koşarak şifa dağıtır. Bu arada
tanrıça Athena da öldürdüğü yılan saçlı Gorgon canavarının akan kanını toplar ve Asklepios’a verir.
Gorgon’un sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan vardır. Asklepios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gider.
İnsanların ölümsüz olması fikri hem yaraltı tanrısı Hadesi cok kızdırır ve hem de Zeusun iktidarını sarsar.
Zeus doğal düzeni bozan ve kendi gücünü aşan Asklepios’dan çekinmeye başlar ve onu yıldırımlarıyla öldürür. Oğlunun öldürülmesine çok sinirlenen Apollon Zeustan intikamını onun tek gözlü yardımcıları Cyclope’leri öldürürerek alır. Zeus, sonunda Apollon’un öfkesini dindirmek için Asklepios’u, Ophiuchus takımyıldızı olarak gökyüzüne yerleştirir.

Yılancı Takımyıldızı (13. Burç olarak da kabul edilmiştir) Asklepios adına Asklepion denilen hastane-tapınaklar vardır.
Ölümünden sonra hekimlik sanatını Aslepios’un çocukları özellikle de kızı Hygenia (yunanca ‘sağlık’ anlamına gelir) ve diğer çocukları üstlenmiştir.

Klimt Hygenia
Tıbbın kurucusu olduğu kabul edilen Hipokratın da Hygenia’nın oğlu olduğuna inanılır.
Hipokrat, yaşadığı ispatlanmış bir kişidir. Çağdaşı Eflatun, Hipokrat’tan “Koslu (istanköylü) Asklepiades” olarak bahseder. O yıllara kadar sağaltma sadece bir büyü faaliyeti olarak yürütülüyordu. Hipokrattan sonra ustadan çırağa geçen bir bilim dalı olmuştur. İlk tıp okullarını ve modern anlamda ilk hastaneleri onun
kurduğu tarihi bir gerçektir. Hipokratın kurduğu bu hastane ve tıp okullarına da Asklepion (Eskülap’ın Evi) denirdi. (Dedesinin ismi).
Yılanın tıp sembolü olarak ilk defa Sümerlerde görüldüğü söylenir.
NİNGİSHZİDA:

Sümer tanrılarından biridir. Adı “Hayat Ağacının Efendisi” anlamına gelir. Yeraltında yaşar. Bu tanrının sembolü ağaca sarılmış haldeki iki yılandır. Bu tanrının adı Gılgamış destanında da geçmektedir.
GILGAMIŞ DESTANI:
Bilinen en eski destandır. (MÖ 3000). Uruk kentinin ünlü kralı Gılgamış için düzenlenmiştir. Destanda alın
yazısı olan ölümden kurtulmak için Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu arayışı anlatılır. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir ve Gılgamış’a ölümsüzlük otunun yerini söyler. Gılgamış ölümsüzlük otunu bulur
ancak yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve ülkesine eli boş döner. Ölümsüzlüğü yılan kazanır. İslam ülkelerindeki Lokman Hekim kıssası, Gılgamış efsanesini hatırlatan motifler taşır.
LOKMAN HEKİM ŞAHMERAN:

Şahmeran tasviri
Şahmeran başı insan, gövdesi yılan şeklinde tasvir edilen bir yaratıktır. Yılanların şahıdır. Tahmasp isminde bir adam yanlışlıkla şahmeranın mağarasına girer. Burada Şahmeranın sevgi ve güvenini kazanır ve
Şahmeran onu bilgeliğin ve şifa dağıtıcılığın yolunu gösterecek “Bilge yılanın” yanına götürür.
Bilge Yılan yanındaki iki yılana dönerek “Ey yılan kardeşlerim, sizler bundan sonra, Tahmasp’ın, yani bilgeliği ile insanlığa şifa dağıtacak olan Lokman Hekim’in muhafızlığını yapacaksınız” der. Bilge Yılan böyle der demez iki yılan bir burgu gibi dönerek, görkemli bir asaya dönüşür. Lokman Hekim asayı alır ve yollara
düşer. Geçtiği yerlerde bitkiler, çiçekler, ağaçlar ona seslenip, kendi sırlarını verirler. Lokman Hekim
önceleri şaşkına döner ama sonra yavaş yavaş alışıp bitkilerin bu sırlarını ve tek tek not almaya başlar. Böylece ünlü Hikmet ül-Lokman kitabı ortaya çıkar. Lokman hekimin de ölümsüzlük otunu Çukurova
bölgesinde bulduğu, ancak bir köprüden geçerken düşürdüğü ve otu tekrar alamadan bir yılanın yediği anlatılır. Bir rivayete göre de ölümsüzlük otu, Allah’ın emriyle Cebrail tarafından yok edilmiştir.
Bir başka rivayette ise Lokman hekim doktor ve eczacıdır. Hastalar dükkanından içeri girince onları
iyileştirecek olan ilacın şişesi sallanır. Bir gün bir hasta dükkanına gelir ancak hiçbir şişe sallanmayınca, Lokman adama “senin hastalığının çaresi yok, öleceksin” der. Bunun üzerine hasta adam atını alıp dağlara çıkar, yörüklerden süt yoğurt alarak yaşamaya başlar. Bir gün bir ağacın altında dinlenirken bir yılan gelip tasındaki sütten içer ve sonra da sütün içine zehrini kusar. Süt yemyeşil olur. Çaresiz adam “Gidip şu zehri içeyim de ölüp kurtulayım” diyerek zehirli sütü içer. O günden sonra da iyileşmeye başlar. Hastalığı
tamamen geçince Lokman hekime gider ve “Sen bana öleceğimi söylemiştin, ama ölmedim” der. Bunun üzerine Lokman: “Ben sana ala ineğin sütünü nereden bulayım, sütü yılana içirip, nasıl tasa kusturayım. Hastalığının çaresi vardı ama bu ilacı temin etmek zor olduğu için öyle dedim” diye cevap verir.
IMHOTEP:

Eski Mısır‘da gerçekten yaşamış bir kişidir (2700 M.Ö). Mimar, yazar ve hekimdir. Tarihte bilinen ilk hekim olduğu iddiaları vardır. Teb şehri ise Eski Mısır’ın en önemli sağlık merkezidir. Teb (Thebai) şehrinin totemi yılandır.
Firavunların tacında da yılan (Uraeus) bulunur.
MUSA VE TUNÇ YILAN:
Mısır’dan çıkış sırasında, Tanrıya ve Musa’ya karşı şikayetçi olup söylenen, gönderilen ekmeği beğenmeyip nankörlük yapan İsrail halkının cezalandırılması için tanrı halkın arasına zehirli yılanlar gönderir. Yılanlar halkı sokup zehirlemeye başlarlar. Bir süre sonra insanlar hatalarını anlarlar ve Musa’dan onları
kurtarmasını isterler. Musa onlar için tanrıya yalvarır. Tanrı da “Bir yılan yap ve onu bir direğin üzerine koy. Isırılan herkes ona bakınca yaşayacaktır” der. Böylece Musa “tunçtan bir yılan” yaparak bir direğin üzerine koyar. Yılan tarafından ısırılan kişiler tunç yılana bakınca iyileşirler. Tanrı ölüm sembolü olan yılanı yaşam ve şifa kaynağına dönüştürür.

Azteklerde ana tanrılardan biri tüylü bir yılan olan Quetzalcoatl’dır.
Orta Asya’da Ejderler kale, han saray gibi yapılardan içeriye kötülük, düşman ve hastalık girmesini önleyici bir tılsım olarak kullanılmıştır.
Yılan Çin mitolojisinde ejder formundadır.
Apaçiler, Navaholar, Nijeryalı Brassmenler, Hintli Nagalar ve İngiliz Stonehedge kalıntıları gibi birçok kültürde yılanlar ve sürüngenler ortak sembollerdir.
Pek çok antik kültürde kendi kuyruğunu yiyen yılan fügürü yeniden doğuş ile sonsuzluğun simgesidir.
HASTANE VE ŞİFAHANELER:
Asklepios’un tapınaklarına asklepion denir. Asklepionlar ortaçağ’a kadar karşımıza çıkar. Hekimler
Asklepeides adında bir lonca etrafında bir araya gelirler. Aklepiosların en ünlüsü ve en büyüğü Bergama’da olanıdır (Ünlü Bergamalı tıp alimi Galen burada görev yapmıştır). Bu “tapınak hastaneler” yeraltından gelen kutsal suyun iyileştirici gücünü taşıyan pınarlarla ilintilidir. Hastaların buralarda kutsal su ile yıkanıp
tapınaklarda uyuduklarında rüyalarında Asklepios’un, ya da onun yılanlarının görüleceğine ve iyileşmeleri için gereken ipuçlarını söyleyeceğine inanılır. Bazen hastaların uyuduğu koğuşların zemininde zehirsiz
yılanların dolaşmasına izin verilirdi. Asklepion’ların açılışı için izin almaya gelen heyetlere, hekimlerle beraber kutu içinde bir yılan gönderme adeti vardır.
Asklepionların giriş kapıları üzerinde “Buraya ölümün girmesi yasaktır” yazmaktadır. Ve sembolleri çifte yılandır

Bergama Asklepion
Ünlü hekim Galen, iyileşmeyeceğini düşündüğü bir hastayı Asklepion’a kabul etmez. Hasta da intihar amacıyla iki yılanın zehirlerini boşalttığı tastaki sıvıyı içer. Bir süre sonra da iyileşir. Galen bunun üzerine “Yılan zehrinin aynı zamanda şifa verici olduğunu düşünüyordum ama hastalarda denemeye cesaret edemiyordum. Düşüncem haklı çıktı. Bundan sonra Asklepion’un sembolü çifte yılan olacaktır” der. Burada da lokman hekim anlatısındaki benzerlik dikkat çekiyor.
Eski Türklerde yılan sağlık ve esenlik sembolüdür. “Mar” kelimesi yılan anlamına gelir. “maristan “ (yılan yurdu) kelimesi ise kapısında yılan olan bina, yani hastane anlamına gelir. Anadolu Selçuklu hastanelerinin yani darüşşifaların kapısında çifte yılan sembolü vardır.

Gevher Nesibe Tıp Müzesi girişi
Anadolu’daki ilk tıp okulu olarak yapılan şifahane, II. Kılıçarslan’ın kızı ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kardeşi Gevher Nesibe Sultan’ın adına yapılan Çifte Medresedir (1204). Bugün “tıp müzesi” olan hastane bir vakıf olarak yapılmıştır. Kitabenin altında taştan işlenmiş Selçuklu motifleri vardır. Bunlardan birisi daire üzerine birbirine sarılmış iki yılandır, yılanların arasında ise Selçuklu madalyonu bulunur.
Yine Anadolu Selçuklularda önemli bir teşkilat olan “Ahi” teşkilatının kurucusu Şeyh Nasiruddin Mahmud’un efsanevi adı “Ahi Evran” dır ve ‘kâinat, yılan, ejder’ anlamına gelir. Ahi Evranın da yılandan kırbaç ve
panzehir imal eden bir hekim olduğu efsanelerde geçmektedir.
İLAÇLAR:
Yılan zehrinin ilaç olarak kullanılabileceğine olan inanç çok eskilere dayanmaktadır. Hemen her uygarlıkta
yılan zehrinden ilaç elde edilmeye çalışılmıştır. Uzun yıllardan beridir yılan zehrinden üretilen maddeler bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çeşit ilaçların en ünlüsü resmi farmasötik kodekste 1908 yılına kadar yer alan theriacum (tiryak)tır. Tiryak Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde de geçmektedir. Zehirli
yılanların nasıl yakalanıp ilaç yapıldığını anlatır.
Anadolu’da halk “yılancık” tabir edilen “erizipel” hastalığının tedavisi için yaralarına “yılan veya yılancık taşı” sürerek iyileşmeye çalışırlar.
Ülkemizde birçok “yılanlı göl”, ya da “yılanlı çermik” isimleri ile anılan ve canlı su yılanlarının sağaltıcı özelliklerinden faydalanılan yerler vardır.
İlginç bir başka bilgi de şudur. 16.yy. da Avrupa’da baş gösteren veba salgını sırasında bazı şehirlerde üzerinde yılan resmi bulunan madeni paralar basılmıştır. Koruyucu gücüne sığınılan ve bu paraların üzerinde “yılana bakan yaşayacaktır” yazısı vardır.
YORUM:
Aslında yılan kendisine birçok zıt anlamlar yüklenen bir yaratıktır. Bir taraftan iyi tanrıların gücü ile
tanımlanırken bir taraftan da insanoğlunun cennetten kovulmasına sebep olan şeytanla özdeşleştirilir.
Yılanlar ayakları ve elleri olmamasına rağmen sürünerek çok hızlı hareket edebilirler, ağaçlara çıkabilir veya kendilerini toprağa gömebilirler. Yüzgeçleri olmamasına rağmen balık gibi yüzebilirler. Toprak üzerinde ve toprak altında yaşayabilirler. Göz kapakları yoktur ve gözleri uykuda bile daima açıktır. Kulakları yoktur ama yerdeki titreşimleri hissederek çok iyi duyarlar. Yılanlar dikkatli hayvanlardır. Kendilerinden büyük besinleri yutabilirler ve en önemlisi de öldürücü “zehir”leri vardır. Yılanların öldürücü olmaları nedeniyle insanlar
yılanlardan hep korkmuş ve onların tabiat üstü güçleri olduğuna inanmışlardır. Onlara karşı korkuyla karışık bir saygı duymuşlar ve onların koruyuculuğuna sığınmışlardır.
Askepios hekimin yılan gibi sakin ve sabırlı olmasını, dilsiz olup hastalarının sırrını kimseyle paylaşmamasını söyler.
Toprak insanları besleyen, hastaları iyileştiren bitki ve ağaçların yetişmesine olanak verir. Yılanlar yer altında ve yer üstünde yaşadıkları için şifalı bitkilerin iyileştirici gücünü en iyi tanıyan bu bitkilerle en iyi iletişimi sağlayan canlılardır.
Yılanlar kansız bir şekilde derilerini sıyırarak kendilerini yenilerler. Bu özellikleri ile yaşam ve ölümün sırrına ermiş yaratıklar olarak algılanırlar. Yaşam, gençleşme, sağlık, yeniden doğuş, ölümsüzlük, metamorfoz gibi kavramlarla ilişkilendirilmişlerdir.
Mezopotamyalılarda, Kızılderililerde, uzak doğu yin-yang felsefesinde ve daha birçok kültürde sık sık deri değiştiren yılan, yaşam gücünün kaynağı olarak kabul edilir.
Eskiçağ insanlarının yılanı kutsal saymalarının bir nedeni de yeraltındaki ölü atalarının ruhlarıyla ilişki kurduğuna ya da onlarla bağlantıda olduğuna dair inanışlarıydı.
Hastalık kötülük ve ceza demektir. Kötülükler ve ölüm yeraltından gelir. Yılan da yeraltında yaşamaktadır.
Çift başlı yılanın bir başı hayatı diğer başı ise ölümü temsil eder. Zehir ile panzehiri simgeler.
Tarih boyunca yılana atfedilen özellikler sağduyu sahibi olmak, bilgelik, kehanet, ölü ruhların taşıyıcılığı, yer altı dünyası, doğurganlık, ölümsüzlük, sağlık, hekimlik, olarak sıralanabilir.
Semboldeki asaya yüklenen anlamlar ise şöyle sıralanabilir. Hayat ağacını temsil eder. Asa iyilik tanrılarının sembolüdür.
Hekim hastalarına giderken bu asaya dayanır, yorulduğunda ondan güç alır. Tıp tahsili kısa sürede öğrenilemez, hekim ihtiyarlayıp asaya dayanıncaya kadar okuyup tecrübe kazanmalıdır.

Bugün yaşamın şifresi kabul edilen DNA da kadim insanların birbirine sarılmış iki yılan olarak betimlediği sembollere çok benzemektedir.
Tarih boyu yılanın toplumsal bilinçaltında yer ettiği anlamlara dayandırılarak, tıp sembolü olarak birbirine sarılmış iki yılan sembolünün seçilmesi bilinçli bir seçimdir.
Sembol, sağlık kuruluşlarında (tıp fakülteleri, eczaneler, hastaneler, vs..) arma olarak kullanılır; ancak yaşamın başka alanlarında ya da reklamlarda kullanılması 1928 sayılı “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun” ve “Tıbbi Deontoloji Tüzüğü” ile sınırlandırılmıştır.